25 Temmuz 2014 Cuma

HAPPILY LIVED 20 YEARS


In these days, Kerim and I would celebrate our 20th year together, but he couldn’t make it. He passed away on April and left behind all good memories of 20 years full of love (and more years before that as friends). After such a big and unexpected loss, all one can feel is emptiness, heartbreaking pain, anger...

We were very lucky because we spent half of our lives together, we shared everything, we have been best friends, we travelled around the world, we tried to do not delay anything we want to do, we enjoyed each day of our lives with love during 20 years.

Kerim was a good man with a big heart, a good photographer, most important and loved person in my life, my best friend. Nothing can fill his place. I miss him. I’m gonna miss him a lot.

Aybige

                                 --------------------------------------

Bugünlerde Kerim ve ben 20. yıldönümümüzü kutlayacaktık ama o artık yok. Nisan ayında, ardında, aşk ve sevgi dolu 20 yılımızın (onun öncesinde de arkadaş olarak geçirdiğimiz yılların) güzel anılarını bırakarak, bu dünyadan ayrıldı gitti. Bu kadar beklenmedik ve büyük bir kayıp karşısında insanın tek hissedebildiği, boşluk, yürek paralayan bir acı, kızgınlık...

Şanslıydık çünkü ömrümüzün yarısını birlikte geçirdik, her şeyi paylaştık, birbirimizin en iyi dostu olduk, dünyayı dolaştık, yapmak istediğimiz şeyleri elimizden geldiğince ertelememeye çalıştık, birlikte geçirdiğimiz sevgi dolu 20 yılı dolu dolu yaşadık, hayatımızın tadını çıkardık.

Kerim, kocaman yürekli, güzel bir adamdı, iyi bir fotoğrafçıydı, hayatımdaki en değerli ve en sevdiğim insandı. Kalbimdeki yeri hep kalbimin başköşesi olacak, hayatımdaki yerini ise hiçbir şey dolduramayacak. Onu çok özlüyorum. Onu daima özleyeceğim.

Aybige


5 Nisan 2014 Cumartesi

TULIP TIME IN ISTANBUL



Tulip (lâle) is one of the symbols of Turkey and since hundreds of years, has a special place in our architecture, decorative arts, literature, names, etc. In Europe tulip is mostly known as the flower of Netherlands but as the real tulip lovers gonna know, the first tulip bulb is introduced and gifted to NorthWestern Europeans by a Turkish sultan, Süleyman The Magnificent.

End of march and beginning of april  is the period when you can see dozens of types and colors of tulip everywhere in Istanbul, but the best place to celebrate Istanbul Tulip Festival is Emirgân Park at Bosphorus shore. Last three springs, we missed the tulip time of Istanbul, instead we enjoyed the daffodil time of London. That’s why yesterday we headed to Emirgân Park to catch up.

After a nice breakfast and relaxing under the sun like cats at Bosphorus waterfront, the over crowded park shocked us a little but anyway we enjoyed the tulip time (and took few hundreds of tulip photos).

                     -------------------------------

Yüzyıllardır mimarimizden, dekoratif sanatlarımıza, edebiyatımıza, isimlerimize vs. yer etmiş lâle. Sahip çıkmayıp dönerimizi, yoğurdumuzu komşuya kaptırdığımız gibi, lâlemizi de Türkler tarafından Osmanlı zamanında kendilerine armağan edilen bir lâle soğanını baştacı etmiş Hollandalılara kaptırmışız. Şimdi maalesef ne kadar tepinirsek tepinelim, lâle memleketi deyince dünyanın ilk aklına gelen Hollanda oluyor.

Her sene mart sonu, nisan başında İstanbul’u gelin gibi süsleyen onlarca çeşit, renk lâlenin güzelliğine doyum olmaz. Ama son üç bahardır İstanbul’un lâle zamanını kaçırıyor, onun yerine Londra ellerinde nergis zamanını bağrımıza basıp avunuyorduk. Bu nedenle bu sene, her ne kadar şehrin her yeri lâlelerle bezeli olsa da, o üç baharlık arayı kapatmak için, tıpkı çocukluğumuzdaki gibi, lâle zamanının tadının en güzel çıkarılacağı Emirgân Parkı’na gidelim dedik. Boğaz kıyısında güzel bir kahvaltıdan ve güneşin altında kediler gibi mayıştıktan sonra Emirgân Parkı’na gittiğimizde kalabalık ama asıl önemlisi ziyaretçi profili bizi tam anlamıyla şoke etti.

Çocukluğumuzun, ilkgençliğimizin, Emirgân Parkı’nın lâlelerinin tadını çıkaran, Sarı Köşk ve Beyaz Köşk’te çay-pasta, bira keyfi yapan (malûm, o zamanlar köşkler ve kasırlar, saygıyla andığımız Sn. Çelik Gülersoy yönetimindeki Türkiye Turing Kurumu tarafından yönetiliyordu, belediyeye geçmemişti, alkol yasaklanmamıştı vs) ziyaretçileri nerede, bugün ağzımız açık, şaşkın bir şekilde bakakaldığımız, her lâle öbeğinin başına (başlarına geleceği bildikleri için) diktikleri bekçilerin düdük çala çala, sözle uyara uyara bir hâl olduğu, insanın “Sanırım şimdi biri hüloooğ diye bağıracak”  hissine kapılmasına neden olan ziyaretçiler nerede... Neyse, sonunda her şeye rağmen birbirinden güzel, rengârenk, çeşit çeşit lâlelerin tadını çıkardık, hatta birkaç yüz tanecik de lâle fotoğrafı atmışız bu arada arşive abartıp.





3 Nisan 2014 Perşembe

A PICASSO EXHIBITION


Yesterday we headed to Beyoğlu, one of oldest neighborhoods of Istanbul, to visit few exhibitions. One of them was Engravings and Ceramics from the House of Birth of Pablo Picasso exhibition at Pera Museum.

We are delighted to visit this exhibition. Not only for having the chance to see one more time this master's brilliant art work, also to see an impressive selection of his engravings and ceramics  to observe his stylistic and artistic transitions, how he combine the styles in his work especially in engravings.

Exhibition is open until 20 of April 2014 at Pera Museum, Istanbul. You can also find the book of this small but impressive exhibition at museum shop.

                                      ------------------------------

Dün birkaç sergi gezmek üzere Beyoğlu’na yollandık. Bunlardan bir tanesi Pera Müzesi’ndeki Pablo Picasso’nun Doğduğu Evden Gravürler ve Seramikler sergisiydi.

Küçücük turşucuk bir sergiydi ama bayıldık. Sadece bu usta ressamın eserlerini bir kez daha görme şansını yakalamış olduğumuz için mutlu olmadık, aynı zamanda sanatçının özellikle gravürlerindeki üslûpsal ve sanatsal geçişleri, çalışmalarında değişik tarzları nasıl harmanladığını gözlemlememize olanak sunan eser seçimi ve sergileme şeklini de çok sevdik.

Sergi 20 Nisan 2014 tarihine kadar İstanbul’da, Pera Müzesi’nde açık. Ayrıca bu küçük ama etkileyici serginin kitabını da müze dükkânında bulabilirsiniz. 

2 Nisan 2014 Çarşamba

FULL ENGLISH BREAKFAST


One of the best foods of British kitchen is full English breakfast, a big portion of cooked breakfast which contains eggs (scrambled or fried), sweet beans, bacon, mushrooms, tomato, sausages, black pudding and hash browns. Of course with HP sauce and a cup English tea.

It’s tasty and fulfilling. After eating one portion of full English breakfast you can feel full almost until the dinner time.They serve it all day long and not only during the morning, so if you are not open minded for a heavy breakfast like this, you can try it during the lunch time also.

In UK, best places to try full English breakfast, are small cafes nicknamed "greasy spoon". They are not fancy, they might not be as good looking for your expectations or the best place you would choose for a breakfast but believe us, the yummiest English breakfast you gonna eat are not in London’s most famous cafes, in these modest “greasy spoons”.

When we were living in London, every few weeks, we were eating full English breakfast in our neighborhood at Workers Cafe in Upper Street no:172, if you are around Angel, Islington you can give them a chance.  Full English breakfast is definitely not for everyday’s breakfast of our Mediterranean bodies or to eat if it’s a hot day but when you are in UK even in summer you don’t hear this “hot” word, so go on.

                                 -----------------------------

Dünya mutfakları arasında oldukça zayıf bir yeri olan İngiliz mutfağının en leziz gıdalarından birisi, kocaman bir porsiyon kızarmış veya çırpılmış yumurta, tatlı soslu kurufasulye, kızarmış domuz jambonu, ızgara mantar, ızgara domates, domuz sosisi, black pudding isimli bir tür domuz kanı sucuğu ve hash brown isimli bir tür patates mücverinden oluşan İngiliz kahvaltısı. Tabii ki yanında bir İngiliz klâsiği olan HP sos ve bir fincan çayla birlikte.

Bu lezzetli ve kalori bombası kahvaltı o kadar doyurucu ki, sabah yedikten sonra, neredeyse akşam yemeği saatine kadar tokluk hissedebilirsiniz. İşin güzel yanı, sadece sabahları değil, bütün gün servis ediliyor olması yani sabah sabah bu kadar ağır bir kahvaltı fikrine açık değilseniz, öğlen yemeği niyetine de afiyetle götürebilirsiniz.

Birleşik Krallık’ta, en iyi İngiliz kahvaltısını tadabileceğiniz yerler “greasy spoon” (yağlı kaşık) adı verilen küçük kafeler. Kesinlikle şık değiller, beklentilerinizi karşılayacak kadar iyi görüntüleri olmayabilir ya da kahvaltı için ilk seçeceğiniz yer görüntüsüne sahip  olmayabilirler ama bize inanın, en leziz İngiliz kahvaltısını Londra’nın en şık ve pahalı kafelerinde değil, bu “yağlı kaşık” denilen ucuz, mütevazi kafelerde yersiniz. Bu arada işin ilginç yanı, bu tipik İngiliz ürününü servis eden bu kafelerin çoğunu Türk kökenlilerin işletiyor olması ve İngiliz müşteriyle dolup taşması.

Londra’da yaşarken birkaç haftada bir, mahallemizde, Upper Street numara 172’deki Workers Cafe’de İngiliz kahvaltısı ziyafeti çeker, her seferinde “ah, vah, çatlıyorum, en az altı ay yemem” der, bir iki hafta sonra yine damlardık.  Eğer Londra’da yolunuz Angel, Islington civarına düşerse kahvaltı için bu kafeyi bir deneyin. İngiliz kahvaltısı bizim Akdenizli bünyemiz için kesinlikle her gün yenecek bir kahvaltı türü değil ya da sıcak günlerde tüketilecek bir gıda değil ama Birleşik Krallık ellerinde “sıcak” kelimesi yazın bile duyulmadığından sorun yok, afiyetle yiyin. 

1 Nisan 2014 Salı

BOZCAADA DOORS




Doors from Bozcaada (Tenedos), a small, wine maker Turkish island in Aegean Sea...

                                    --------------------

Bağlarla dolu, 2500 nüfuslu küçük adamızdan kapılar... 

28 Mart 2014 Cuma

RELAXING TIME IN BOZCAADA



On one side upcoming elections and unbelievable scandals we are hearing about the government, on the other side banned Twitter, YouTube and other crazy stuff. Turkey is little bit busy but not boring at all in these days.

Despite this traffic of events, we left Istanbul for few weeks behind and headed to Bozcaada (Tenedos Island) to have some relaxing time in our stone house. Half empty island, silent vineyards, warming sun, cats in every corner...

Just perfect.

                                          ----------------------------

Bir yanda yaklaşan seçimler ve hükümetle ilgili duyduğumuz inanılmaz skandallar, diğer yanda Twitter, YouTube yasakları ve diğer akıl uçuran olaylar. Memleket bugünlerde çok yoğun, insanın sıkılmaya vakti olmuyor.

Biz de bu arada, bütün bu olayları ve İstanbul’u arkamızda bırakıp rahatlamak için birkaç haftalığına Bozcaada’daki evimize kaçtık. Neredeyse bomboş, bize kalmış ada (artık sadece sezonda üç ay adada çalışıp, yılın gerisini Çanakkale’de aldıkları evlerinde geçiriyorlar adalılar, gerisini siz anlayın gari), ıssız bağlar, insanın içini ısıtan güneş, her köşebaşında kediler...

Daha ne olsun?

13 Mart 2014 Perşembe

A TATAVLA STORY


Yesterday evening in a theatre in Istanbul, Alkışlar Tiyatrosu players performed a story taking place in one of old neighborhoods of Istanbul, in Tatavla (actual name Kurtuluş). It was about Tatavla, it was about Turks, it was about “us”. It was about muslim, Greek orthodox, Armenian people of this country living together, sharing happiness and pain. Before the play, actors and audience shared a minute of silence for Berkin. He was a 15 years old boy, shot by police with a gas canister from his head last summer, during the protests against islamist government.

Yesterday, we farewelled him after 269 days of coma. Yesterday we felt ashamed for not being able to protect him. Yesterday, people talking of being religious but trying to divide this country as muslim, christian, jewish didn’t feel ashamed...

                            ------------------------------------

Dün akşam Profilo Alışveriş Merkezi tiyatro salonunda, Alkışlar Tiyatrosu oyuncuları Bir Tatavla Masalı’nı sahneye koydular. İstanbul’un eski semtlerinden Tatavla’nın (şimdiki adıyla Kurtuluş), Türklerin, “bizim” öykümüzdü anlatılan. Bu ülkenin birarada yaşayan, acıyı ve mutluğu paylaşan müslüman, Rum, Ermeni halkıydı anlatılan. Oyundan önce oyuncular ve seyirciler Berkin için bir dakika saygı duruşunda bulundu, hep birlikte “Berkin Elvan ölümsüzdür” diye haykırdı.

Dün, 15 yaşındaki kara gözlü çocuğa veda ettik. Dün, onu koruyamamış olduğumuz için utandık. Dün, dindar olmaktan söz eden ama bu ülkeyi müslüman, hristiyan, yahudi diye bölmeye kalkışanlar utanmadılar...



Berkin Elvan illustration source / Berkin Elvan çizimi kaynak: Twitter @ Sinan Güler

8 Mart 2014 Cumartesi

ISTANBUL BY TAMER KÖŞELİ


Istanbul illustration by Turkish multidisciplinary designer Tamer Köşeli.

                                      --------------------------

Türk tasarımcı Tamer Köşeli’den İstanbul çizimi.

21 Şubat 2014 Cuma

LONDON DOORS 4




North London doors.

More London doors here, here and here.

                                ------------------------------

Londra’nın kuzeyinden birkaç kapı.

Londra kapılarının devamı burada, burada ve burada.

19 Şubat 2014 Çarşamba

MEANWHILE IN TURKEY ...


Since yesterday, Turkey has a new internet law. Are you aware?

                          ------------------------

Dün nurtopu gibi yeni bir internet yasamız oldu. Farkında mısın?

17 Şubat 2014 Pazartesi

VINTAGE STYLE NOTEBOOKS


Since almost two months we are in Istanbul but we couldn’t settled yet. There are long lists of things to do, also books to buy, exhibitions to visit...etc. And best way to begin to all this, is having few new notebooks. Last year during a visit to Turkey, we saw a small paper shop in a divided corner of a café in Karaköy, a neighborhood in Istanbul and we loved their nostalgic notebook series.

Yesterday we headed to Kâğıthane (House of Paper) to buy some notebooks. When we arrived there we saw that they moved to another shop at the same passage: Fransız Geçidi (Passage Français), an old Istanbul passage restored very cruelly with an addition of ugly modern building.

Karaköy becomes one of the popular destinations of Istanbul with its cafés, galleries since few years and is not anymore a very attractive destination for us with its new visitors profile. But if you are interested with vintage style notebooks, Kâğıthane is worth a visit.

                                      -------------------------------

İstanbul’a döneli neredeyse iki ay olacak ama hâlâ düzenimizi tam oturtamadık. Uzun bir yapılacak işler listesine ek olarak, bir de alınacak kitaplar, gezilecek sergiler vs diye listeler uzayıp gidiyor. Bu listelerle başa çıkmaya başlamanın en iyi yolu da önce birkaç güzel defter edinmek. Geçen yıl Türkiye’ye geldiğimizde, Karaköy’de bir kafenin köşesine açılmış küçücük bir defterci görmüştük ve en son çocukluğumuzda gördüğümüz gibi, eski tarz defter serilerini çok sevmiştik.

Dün de defterlerimizi almak için Kâğıthane’ye yollandık. Kafenin içindeki yerlerinden yine aynı pasajın, beter restorasyonuyla insanı acılara gark eden Fransız Geçidi’nin içinde başka bir dükkâna taşınmışlar. Daha büyük alana geçince de ürün yelpazelerine seramik objeler, kumaş çantalar gibi şeyler eklemişler. Kendimize bakkal defteri, elişi defteri ve telefon defterini seçtik. Defterlerden birinin arkasında çarpım tablosu bile unutulmamış.

Karaköy birkaç yıldır birbiri ardına açılan kafeleri, galerileri ile İstanbul’un popüler semtlerinden olma yolunda hızla ilerliyor ama yeni ziyaretçi kitlesi ile bizim için daha gidilmeyesi, işimizi halledip ufaktan uzayalım dedirten bir yer hâline geldi. Ama yolunuz düşerse, Kâğıthane defterleri ve kedili gümüş takıları için ziyarete değer. 




3 Şubat 2014 Pazartesi

EDINBURGH'S STREET LAMPS


Some street lamp photos from one of the most beautiful cities in the world.

                                ----------------------------

Dünyanın en güzel şehirlerinden birinden birkaç sokak lâmbası fotoğrafı.  

30 Ocak 2014 Perşembe

LONDON BY EDWARD RUTHERFURD


A historical London novel written by Salisbury born writer Edward Ruherfurd is recently published in Turkish. A story of London and Londoners through the ages since the geological formation of the city. No, not kidding, just started to read it and the second sentence of the novel starts like this: “Four hundred million years ago, ....”. Not sure how it’s gonna be our relation for the next 1083 pages...

                                    -------------------------------

Salisbury doğumlu yazar Edward Ruherfurd’un Londra isimli tarihi romanını aralık sonunda görüp aldık. Meğer daha yeni çıkmış piyasaya. Kitap, şehrin jeolojik oluşumundan günümüze, çağlar boyunca Londra’dan ve Londralıların yaşamlarından kesitleri içeriyor. Yok şaka değil, daha ikinci cümlesi “Dört yüz milyon yıl önce...” diye başlıyor. Önümüzdeki 1083 sayfa boyunca kitapla nasıl bir ilişkimiz olacak göreceğiz bakalım...  

28 Ocak 2014 Salı

MALLOW FRITTATA



Another farmers market visit day and again the fridge is full of wild herbs. We missed so much to have them around all the time, since weeks, every farmers market day we come home and cook something with them. Easy, healthy and delicious.

Today we had malllow frittata for the lunch. Leaves of roughly chopped bunch of mallows, sliced spring onions, eggs, corn flour or fine bread crumbs, olive oil, salt, black pepper, dried red chilli flakes. Ta taaa! Enjoy your frittata!

                               -------------------------------------

Bu hafta pazarda otların arasında yine kendimizi kaybettik ve buzdolabını otla doldurduk. İstediğimiz zaman elimizin altında ot bulunması rahatlığını o kadar özlemişiz ki, haftalardır pazara gittikten sonra eve koşup hemen birkaç çeşit ot yemeği yapıp afiyetle götürüyoruz. Hem kolay, hem sağlıklı, hem de lezzetli.

Bugün pazar dönüşü de ebegümecili kaygana pişirdik. Kabaca doğranmış ebegümeci yaprakları, ince doğranmış taze soğan, yumurta, mısır unu ya da galeta unu (bizim evdeki usûl, kavanoz diplerinde hangisinden arta kalmış varsa bitirmek için o), zeytinyağı, tuz, karabiber, kırmızı pulbiber. Şifa niyetine...

26 Ocak 2014 Pazar

BOMONTI FLEA MARKET








After having weeks without rain, enjoying the sun with a temperature around 15-16 °C in Istanbul, today we have a dark and freezing winter day.  We woke up little bit early and headed to Bomonti Flea Market near the old Bomonti Beer Factory.

The flea market is settled on sundays at the same market place where Istanbul’s only organic market takes place on saturdays. Bomonti Flea Market has a character between flea market and antiques market. There are enough stalls to spend at least one hour looking to oldies. The dealers are kind but as a couple who spend lot of time in antiques markets and shops, when we compared some prices with our previous purchases from other markets and shops,  we can easy say that at least half of them are talking about unrealistic prices (sometimes ten times more). As in all antiques markets, here also to bargain is welcome.

Despite the cold wind and the high prices, we spent couple of hours there and came back home with two trophies: an old green glass bottle and a traditional Turkish hard candy jar. Happy? Yep!

                              ----------------------------------------

Haftalardır İstanbul’da yağmursuz, 15-16 derece civarında seyreden güneşli havanın tadını çıkardıktan sonra, sonunda karanlık ve buz gibi bir hava var dışarıda. Bugün biraz erken kalktık ve eski Bomonti Bira Fabrikası’nın yakınında kurulan Bomonti Bit Pazarı’na yollandık.

Bit pazarı pazar günleri, cumartesi günleri kurulan İstanbul’un tek organik pazarının kurulduğu pazar yerinde kuruluyor. Bomonti Bit Pazarı, bit pazarıyla antika pazarı karışımı bir yapıya sahip. Eskilere bakarak en az bir saat dolanabileceğiniz kadar tezgâh var pazarda. Satıcılar kibar ama antika pazarlarında ve dükkânlarında çokça vakit geçiren bir çift olarak çok rahat söyleyebiliriz ki, en azından yarısı uçuk (zaman zaman on kata kadar varan) fiyatlardan söz ediyorlar. Bütün antika pazarlarında olduğu gibi burada da pazarlığa açıklar.

Soğuk soğuk üfüren rüzgâra ve yüksek fiyatlara rağmen, birkaç saat dolandık pazarda ve eve iki ganimetle döndük: Yeşil eski bir şişe ve bir şekerlemeci akide şekeri kavanozu. Mutlu muyuz? Olma mı! 

9 Ocak 2014 Perşembe

MALLOWS FOR RAKI TIME



This week we made our first visit of the year to farmers market, we lost ourselves between the aromas of fresh vegetables, fruits, goat cheeses, olives, rustic breads and we came back home with our hands full of things we missed when we were away. Two of them are nettles and mallows. Actually in London it’s not difficult to find both but mostly in dog poo areas. And in the markets, they do not bring and sell these herbs picked from the dog poo free areas like in Turkish farmers markets.

In western Turkey, we use to eat lots of vegetables and herbs. Wild herbs form an important part of the diet specially in Aegean region of Turkey. During winter and spring, if we are around our home in the island, we pick them directly from our garden. If we are in Istanbul, we buy from farmers markets. We use them in soups, böreks (Turkish pies made with filo pastry), frittatas. 

And sometimes we boil them just few minutes, then drizzle lemon juice or vinegar and olive oil top of it, add one crashed clove of garlic and enjoy with the rakı!

                                    -------------------------------------

(Ey Okur! A Cat From London yayın hayatına Londra ellerinde başladığından, Londra’ya yaşamaya ya da gezmeye gelecek her milletten okuyucuya ulaşsın diye dili İngilizce idi. Her ne kadar adında bir değişiklik olmasa da, artık Türkiye’de olduğumuz için yazıları İngilizce ve Türkçe yazmaya karar verdik. Vatana millete hayırlı olsun diyor, açılışı yapıyoruz...)

Yeni yılın ilk pazar ziyaretini bu hafta yaptık. Mis gibi meyve, sebze, keçi peyniri, zeytin, köy ekmeği kokularının arasında kendimizi kaybettik ve sonunda eve elimiz kolumuz özlediğimiz bir sürü şey ile dolu olarak döndük. Uzaktayken en çok özlediğimiz şeylerden biri kışın ve baharda bol bol ot yiyememek olduğundan, ısırgan ve ebegümecileri görür görmez kapıp eve getirdik. Her ne kadar pazarlarında bulunmasa da, Londra elleri ısırgan ve ebegümeci kaynadığından, her yürüyüşte karşımıza çıkıyordu. Üstelik dört mevsim kış olduğundan her daim bulmak mümkündü ama kuçu eesi aromalı olmayanı bulmak neredeyse imkânsızdı.

Adada kendi bahçemizden topladığımız otların körpeliğinin yanından bile geçemeyecek kartlıkta olsalar da, ebegümecilerin bir demedi acilen haşlandı, üzerine zeytinyağı limon gezdirildi, bir diş de dövülmüş sarımsak eklenince akşamki rakı sofrasına mis gibi meze oldu. Şimdi aklımız keçi peyniriyle börek olacak ısırganlarda.  

4 Ocak 2014 Cumartesi

SANTA KEEPS COMING AND COMING...


Since we came back to Istanbul, we are trying to settle and the house still is a madhouse. But on the other hand, we enjoy the sun, drinking delicious tea during hours while looking to the blue of the sea, the friendship of fluffy street cats, breakfast with crunchy simit (Turkish bagel), being spoilt by mom treats...etc.

This time the new year came to us with new plans, challenges and good surprises. Meantime, Santa also is very busy and keeps visiting us everyday. (Oh yes, he is still around). He brings us  packages full of love and care from special friends.

First from Ankara, from Tülin...

Then from Izmir from Depressive Bear...

And today from Istanbul, from Eda...

Dear friends, thank you all for being there, for your love and care! You enlightened our week!